edebiyat
Tuesday, 18 June 2019
5.
Uzun yaz tatili sonrası ilk günüm…
Uzun bir tatil sonrası, sabah erkenden yatağımdan kalkmak beni çileden
çıkarsa da başka bir seçeneğim yoktu. Annemin “kahvaltı hazır hadi
aşağıya inin artık” çığlıkları arasında odamdan çıktım. Ve keşfettiğim
banyomuzdan içeri girdim.
Elimi yüzümü yıkadım, aynadan uykulu
suratımı izledim ve odama geri döndüm. Dolabımı açtım ve elime ilk geçen
mavi bir jean(kot) ve üzerime de mavi renkte bir gömlek geçiriverdim.
Hava serin olur düşüncesi ile de kotumla aynı renk olan uzun kollu kot
ceketimi aldım ve merdivenlerden aşağıya indim. Yine merdivenleri saydım
kesinlikle on beş.
Herkes masadaydı ve babamın beni gördüğü andaki tepkisi garipti. Ne
oldu ifadesi ile suratına baktım.
Babamda “yok bir şey Luna” diyerek, kafasını başka yöne çevirdi.
Annem tabağıma yapmış olduğu kreplerden koyarken, ben babamın neden
makyaj yapmadığımı ve neden süslü bir kız olmadığım konusunda
dertlendiğini biliyordum. Bunu açık bir şekilde dile getirmese de birkaç kez
bana ima etmişti. Ancak bende herhangi bir değişiklik olmadığını görünce
de vazgeçmişti. Bu değişim için üniversite yıllarını beklediği çok açıktı.
Annem de ise farklı bir heyecan vardı normalde hep gizli bir şeyler yaptığı
zaman ya çok suskun olurdu(ki şu anda suskundu ve bu hiç normal değil)
çünkü ağzından gizli olan şeyler bir anda çıkabilir ve bir sürpriz ya da
başka bir şey varsa pat diye söyleyebilirdi.
Kahvaltımız bittikten sonra
babamla ben sokak kapısına geldiğimiz anda annem Roni’ ye çabuk
olmasını söyleyip bizimle kapıya doğru yöneldiler.
Neler olup bittiği konusunda hiçbir fikrim yoktu ama kesinlikle bir şey vardı
ve bende ne olacağını bekliyordum.
Annemin erkek arkadaşım olmamasına kafasını çok fazla taktığını
biliyordum, umarım Hilda ‘nın oğullarından birini kapıya dikip, bizim flört
etmemiz için beni okula götürmesini rica etmemiştir düşüncesi ile bahçe
kapısından sokağa çıktım.
Monday, 17 June 2019
4.
Yeni evimiz…
İstanbul’ da ki evimizin önüne vardığımızda biraz olsun içim rahatlamış ve
yüzüm gülmüştü açıkçası. Gelmeden evvel hakkında yaptığım
araştırmalarda, Tuzla; 1400 yılında Yıldırım Beyazıt tarafından Osmanlı
topraklarına katılmış ve Lozan anlaşması ile Tuzla’da yaşayan Rumlar ve
Selanik, Kavala ve Drama’dan gelen Türklerle yer değiştirmişler. Adını tuz
gölünden almış sevimli bir kasabaydı ve tarih yatıyordu. Eve varırken
girmiş olduğumuz sokaklar dar ve iki katlı evlerden ibaretti, geçmiş de
yapılan değiş tokuşun izlerini sanki hala saklıyor gibiydi. (1992 de ilçe
olmuştur) bu şirin kasabada ki evimiz; bahçe içerisinde iki katlı ve
müstakil bir evdi. Bir site içerisindeydi ve bizim evimize benzer beş tane
daha aynı evden vardı. Ben evi incelerken, babam taksiciye ödemeyi yaptı
ve ardından Nakliye kamyonun durduğu yöne doğru yürüdü. Nakliye
çalışanları kalan son eşyalarını indirdi.
Annem, erkek kardeşimi kolundan çekerek, “hadi yakışıklım yeni evimize
girelim” dedi ve bana seslendi.” Luna hadi sende bizimle gel “ben annemi
duyuyordum ama ona doğru bakmıyordum anneme “siz girin geliyorum”
dedim ve etrafta olan yeşil manzaranın güzelliğini seyretmeye koyuldum.
Giriş kapısı sarmaşıklar ile kaplanmıştı ve henüz çiçeklerin yarısı
dökülmüş, yarısı da dalındaydı. Hepsi güneşin kendilerini bırakmalarından
dolayı biraz mahzun duruyordu sanki… Dış kapıyı açtığımda, önüme granit
taş ile döşenmiş bir yürüme yolu çıktı. Yürüme yolunun dışındaki yerlerse
yeşilimsi-sarı karışık çimenlerle kaplıydı. Açılan kapının yanında duran
begonyalar, onlar da farklı değildi. Yarısı solup yerlere dökülenler yanında,
üzerinde son gücüne kadar kalmaya niyetli savaşçı çiçeklerden ibaretti.
Kafamı sola doğru çevirdim ve hemen evin yanında duran ağacın
güzelliğini gördüm. O kadar asil ve güzel bir görüntüsü vardı ki güneş
ışığında kendi gölgesine herkesi alabilmek için dallarını büyütmüş
büyütmüş ve koca gövdeli bir dev halini almış gibiydi… Ve Herkesi
koruyabilecek güçte görüntüsü ile asil bir şekilde duruyordu. Ağacının
dallarının olduğu pencere hizasına baktığımda odamın orada olmasını
diledim o an. Çünkü ona baktıkça güçlü hissedebileceğim delice bir
düşünce gelmişti içime. Ona doğru yerlere dizilmiş granit taşlar üzerinde
yürüdüm…
Huzurluydum bu gücün yanında… Dalları aşağıya doğru sarkmış koca bir
söğüt ağacıydı. Hafif sararmış olan dalları tıpkı bir gelin duvağı gibi
yerlerde sürünüyordu. Asaleti, saflığı ve gücü öylece orada duruyordu.
O heyecan ile evden içeri girdim, annemin arkadaşı Hilda teyzeyi ve
annemin mutluluk dolu hararetli konuşmalarını duyuyordum. Sırf kabalık
olmasın diye Hilda’ nın yanına gittim ve merhaba dedim. Oda bana
özlemle sarıldı ve İstanbul’ da olduğumuz için çok mutlu olduğunu söyledi.
O bana bunları anlatıyordu, bende onun simsiyah uzun saçlarına, iri siyah
gözlerine, kalın ve bordo rujlu dudaklarına, beyaz tenine bakıyordum. Ne
zayıftı nede şişman, hemen hemen kırk, kırk beş yaşlarında olan Hilda,
evliydi ve iki çocuğu vardı oda bizim eve yakın bir sitede oturduğunu
söyledi ve annemin en yakın ve en eski arkadaşı olduğunu… (Bunu
binlerce kez duymuştum.) O anda boynunda asılı duran haç kolyeye
baktım. Ve ona baktığımı anlayınca annemle ikisinin onurlu bir Katolik
olduklarını söyledi. Bende o ne derse cevap olarak evet-hayır gibi kısa
kelimelerle cevapladım.
Nihayet beni unuttu ve bende evimizi incelemeye başladım. Alt kattaki
mutfak koca salona açılıyordu. Yeşil renkte olan mutfak dolapları hafif
eskimiş gibi gözükse de annem ısrarla o bu modellerin böyle olduğunu
söyledi babama. (Çünkü tam o anda babam, anneme mutfak dolaplarının
renginin biraz soluk olduğunu söylüyordu.) Boyası henüz yapılmış olan
salon beyaz saten boya ile boyanmıştı. Salonda yine bizim eski evimizde
olan beyaz koltuklar farklı şekilde yerleştirilmişti. Üçlü koltuk hemen camın
kenarına konmuştu ve karşısında ikili koltuk yerleştirilmişti. Her iki
koltuğunda kenarında kalan iki tekli koltuk ve ortasında ufak cam sehpa ile
yerleştirilmişti. Beyaz renkteki kısa perdelerimizin yeni olduğunu görünce
anlamıştım. Sade ve düz bir tül olarak camı tamamı ile kaplıyor ancak yere
kadar değmiyordu. Yerdeki beyaz pelüş halının da yeni olduğunu belliydi.
Ortada duran büyük cam sehpanın üzerinde cam bir kâse vardı içerisinde
rengarenk taşlar vardı. Yeni olan bir bunlar değildi, salonda duvara
mont-elenmiş, babamın heves ederek aldığı büyük boy plazma televizyonda
yerine asılmıştı. Ve mutfağın hemen yanında duvarla balkon kapısı
birleşiyordu. Duvarda asılı duran tablolar annemin çalışmalarıydı.
Ardından mutfağın hemen yanında duran balkon kapısını açtım ve yem
yeşil bir bahçeye açılan bu manzarayı görünce, bu güzel görüntü içime
huzur verdi.
Üst kat merdivenlerinden çıktım ve merdivenlerin çok fazla sağlam
olmadığını düşünsem de umursamadım. Çıkarken merdivenleri saydım
toplam on beş adımla yukarıda buldum kendimi. Merdivenlerin bitiminde
tam karşımda uzun bir koridor vardı ne çok dar nede çok geniş. Koridorun
tam ortasında sağ tarafta bir ayna ve önünde telefon ya da onun gibi bir
şey koyma için bir çıkıntı vardı. İlk olarak sağ ilk odanın kapısına gittim.
Oda arka ön tarafa bakıyordu ve içinde dağınık halde duran annemin ve
babamın eşyaları vardı. Odayı sevmemiştim. Ardından yanındaki odaya
girdim ve oda çok küçüktü hemen kapısını kapattım.Ve üçüncü odaya
gitmeden geri döndüm.
Kardeşim Roni’ nin sesini duydum, heyecanla
“odama bayıldım” çığlıkları atıyordu.Bende koridorun solundaki ilk oda
dan içeri girdim ve cama doğru yürümeme gerek bile yoktu aslında(O
güzel ağacın dallarının pencereme verdiği gölgeyi hissettim) ama yine de
pencere kenarına doğru yürüyüp o asil ağacı gördüm. İşte odam dayım…
Henüz eşyalar üst üste ve karışık. O anda Roni, odasında bana ait eşyalar
olduğunu söyledi ve almam gerektiğini. Yanına giderken odam da ona ait
olanları da ben ona götürdüm. Bu arada da banyonun hemen yanımdaki
kapı olduğunu keşfettim. Bu karmaşa bir saate yakın sürdü ve odamda ki
eşyalarımı dolabıma yerleştirmeye geldi sıra.
Pencerenin yanında boylu boyunca uzanan gar dolabıma kıyafetlerimi
yerleştirdim, başımı çevirip odama baktım. Ne tek kişilik nede çift kişilik
bir yatağım, hemen yanında duran komodinin, komodin üzerinde duran
okuma lambam. Onun yanında aynalı çekmecem ve onun yanında da
kitaplığım. Odamın hafif kasvetli bir havası vardı ama bana hoş geldi,
nedense. Seçmiş olduğum siyah renkli yatak örtülerimi buna sebep
olduğunu düşündüm ama şu anda bu oda da mutluyum. Her ne kadar eski
evimize dönmek istesem de.
Sunday, 16 June 2019
3.
İstanbul’ a varış…
Hemen hemen iki saat süren hava alanı koşuşturması ardından İstanbul
şehrinin kalabalığı içerisinde buldum kendimi.
Eve varış yolunda, Annem, Babam ve kardeşim gülümseyerek İstanbul’ un
ne kadar güzel bir şehir olduğunu ve zamanında bir sürü savaşlara sebep
verdiğini ve Bin dört yüz elli üç yılında Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul'u
Osmanlı topraklarına kattığını ve bunun gibi bir sürü şeyleri konuştular…
Taksi şoförü de onların coşkusuna kapıldı ve yıllardır direksiyon çevirdiği
şehir gözünde büyüdü.
İstanbul'u sevmiyorum hatta nefret ediyordum. Kalabalık olan her yerden
nefret ediyordum. Eylül ayı olmasına rağmen havanın sıcaklığı biraz bu
şehre ısınmama sebep verecekken duyduğum korna sesleri yine nefretimi
tetikledi. Ankara’ya dönmek istiyordum ama bunun hayali bile şu anda
benim için imkansızdı.
Babam, kendi mesleği olan doktorluğun benim içinde uygun olduğuna ben
daha liseye başlamadan karar vermişti ve bu kararla her şey kendiliğinden
kontrolden çıkmıştı. Büyük çabalarımla ‘Psikoloji’ bölümünde karar
kılmıştık. Bu seçim, durumu biraz daha çekilir hale getiriyordu elbette. Beş
yıllık bir serüven sonunda okul hayatım bitecekti. İlk yıl tamamı ile
İngilizce eğitim aldıktan sonra, derslerimiz başlayacaktı. Bu düşünceler
içinde yolumuz bitti ve taksi durdu.
Thursday, 13 June 2019
2-
Büyük anneme benzediğimi söylerler…
Annemle hiç benzemeyiz. Onun küçük kahverengi gözleri ve karakterli
dedikleri (o ne demekse bilmiyorum) öyle bir burnu ve buğday bir teni
vardır. Boyu hemen hemen bir altmış beş ve zayıf bir kadındır. Saçlarının
rengini devamlı değiştirir ve tam alıştık bu renge derken başka bir renkle
karşımıza çıkar. Hayat dolu, oldukça neşeli ve elbette fazla konuşkan… E
tabii ki (fazla konuştuğu için) biraz da sıkıcı… Ama aynı zamanda çok tatlı
bir kadındır.
Bende onun tam tersi bir yapıya sahibim. Fazla konuşmayı sevmeyen,
onun kadar sosyal olmayan ve hatta onun kadar dış görüntüme özen
gösteren biri değilim. Zayıf, iri yeşil gözlerim, beyaz bir tenim ve kalkık bir
burun ile bu ailenin ilk türü olduğumu düşünüyorum. Babam, hiç
görmemiş olduğum büyük anneme benzediğimi söyler ama resimlerde
gördüğüm kadarı ile ben böyle bir benzerlik görmedim.
Not: Ve annemden daha kısayım.
Babam ile erkek kardeşim birbirlerinin kopyası gibidir. Sadece bir tanesi
biraz daha yaşlı. Bir tanesi elbette daha çocuksu. Siyah saçlar, kara kaşlar
ve sert bir yüz ifadesi ve pamuk gibi bir kalp. Orta bir boy ama babamın
bıyıkları ve sakalları var. Ve tabii ki yüzünde kırışıklıklar. Unutmadan! Hafif
esmer bir tene sahipler. Ve ikisi de zayıflar.
Not: Onlardan da kısayım.
Bu boy takıntım senelerdir peşimi bırakmadı ancak bunu kabul etmeyi de
öğrendim. Ne yapabilirim ben kısa boyluyum. Bunun tek avantajı okul
hayatım boyunca ön sırada oturmam oldu herhalde. Başka bir avantajını
göremedim. Boyum sadece bir metre altmış üç santim.
Annemin bana durmadan İstanbul hakkında anlattıklarını dinlememek için
gözlerimi kapattım.
Yol boyunca gözlerim kapalı bir halde kulağımda müzik kulaklığım hareket
etmeden öylece durdum. Uyuduğuma o denli inandılar ki servis için gelen
hostes bile hiçbir şey sormadı ve sessizce anneme sorularını sorduktan
sonra servisini yaptı. Annem sıcak kahvesini yudumlarken bende en
sevdiğim şarkıyı dinledim.
İstanbul'a gelmenin iyi bir fikir olmadığını ve Ankara’ da ki hayatımın
benim için yeterli olduğunu defalarca söyledim. Ama ailemi buna ikna
edemedim. İstanbul'a yaz tatilinde bir iki kez gelmiş ve gezmiştik.
Kalabalığın içime verdiği kasveti hatırlayınca bunu neden kabul ettim.
Bilmiyordum. Neden İstanbul ki…
ilk bölüm
1-
Üniversiteyi kazanmamla, uzun yıllardır yaşadığımız şehir olan Ankara’dan
ailemle beraber İstanbul’a taşındık. Yurtta kalmamın benim için çok
sağlıklı olmadığını düşündüklerinden, hayatlarını, benim hayatım için
değiştirmeyi istediler. Bana kalsa ben Ankara’da da bir üniversiteye
gidebilirdim. Ya da yurtta kalarak onların hayatını bu denli değiştirmelerini
istemezdim. Ama onlar benim yanımda olmalarının şart olduğunu
söylediler ve İstanbul’da yeni bir hayat kurmak üzere yola çıktık.
Eşyalarımız bir nakliye firmasının yardımı ile henüz biz İstanbul'a
varmadan eve ulaştı ve annemin bir arkadaşının yardımı ile eve koyuldu.
Annem arkadaşına minnettar olduğunu söyleyip durdu. Babam da her
defasında annemi onaylarcasına kafasını salladı. Ankara’da hava buz
gibiydi, Eylül ayı olmasına rağmen bugün berbat bir soğuk vardı. Küçük
kardeşim soğuktan şikayet ettiği anda Annem, İstanbul’un havasını şu
anda daha sıcak olduğunu söyleyip durdu.
Bende kış aylarını sevdiğimi ve kapalı Ankara havasında çok mutlu olduğumu söyledim. Ama bunu
duymazdan geldiler.
Çünkü onlara göre bir genç kız gibi değil aksine yaşlı
bir kadın gibi davrandığımı söylüyorlardı. Ankara hava limanına vardık ve
babamın önceden almış olduğu uçak biletleri ile annem, babam, ben ve
küçük erkek kardeşim ile uçakla İstanbul'a geldik.
Annem uçakta, her zaman ki gibi ısrarcı tavırlarıyla, yanıma oturması
gerektiğini (korkmadığım halde) Luna korkar, onunla oturmalıyım diye
ısrar edince erkek kardeşim babamın yanına geçti. Aslında buna izin
vermeye niyetim yoktu ama tam çaprazımızda duran bir gencin bize bakıp
gülümsediğini görünce, sessizce durumu kabul ettim.(Elbette utançtan
kızaran bir suratla.)
1. sayfa
Ay Işığı Şehri - Toprak
Ranipella
Tuesday, 11 June 2019
AY IŞIĞI ŞEHRİ
-TOPRAK -
GİRİŞ
Ve Kader denen döngü, Mona’lı bir canlı ile Dünya’da var olan bir insanın aynı toprak üzerinde yürümelerine
izin vermişti. Artık bunu hiçbir şey değiştiremezdi.Yaşanacak olanlar bir
bütünün parçasıydı.
Engeller, aşılmak için
önlerinde olsa da, bu engelleri aşmak için tek bir gerçeğe ihtiyaçları vardı !
Buda AŞK’tan başka bir şey
olamazdı.
Evrenin var olma sebebi olan
gerçek AŞK ! Hiçbir engele kadir değildi.
Sevgili Gün-eşime …Ay
ışığından sevgilerle……
Not: Ay ışığının toprakla
öpüşmesini bilirim ama anlayamam…
Subscribe to:
Comments (Atom)


