Monday, 17 June 2019
4.
Yeni evimiz…
İstanbul’ da ki evimizin önüne vardığımızda biraz olsun içim rahatlamış ve
yüzüm gülmüştü açıkçası. Gelmeden evvel hakkında yaptığım
araştırmalarda, Tuzla; 1400 yılında Yıldırım Beyazıt tarafından Osmanlı
topraklarına katılmış ve Lozan anlaşması ile Tuzla’da yaşayan Rumlar ve
Selanik, Kavala ve Drama’dan gelen Türklerle yer değiştirmişler. Adını tuz
gölünden almış sevimli bir kasabaydı ve tarih yatıyordu. Eve varırken
girmiş olduğumuz sokaklar dar ve iki katlı evlerden ibaretti, geçmiş de
yapılan değiş tokuşun izlerini sanki hala saklıyor gibiydi. (1992 de ilçe
olmuştur) bu şirin kasabada ki evimiz; bahçe içerisinde iki katlı ve
müstakil bir evdi. Bir site içerisindeydi ve bizim evimize benzer beş tane
daha aynı evden vardı. Ben evi incelerken, babam taksiciye ödemeyi yaptı
ve ardından Nakliye kamyonun durduğu yöne doğru yürüdü. Nakliye
çalışanları kalan son eşyalarını indirdi.
Annem, erkek kardeşimi kolundan çekerek, “hadi yakışıklım yeni evimize
girelim” dedi ve bana seslendi.” Luna hadi sende bizimle gel “ben annemi
duyuyordum ama ona doğru bakmıyordum anneme “siz girin geliyorum”
dedim ve etrafta olan yeşil manzaranın güzelliğini seyretmeye koyuldum.
Giriş kapısı sarmaşıklar ile kaplanmıştı ve henüz çiçeklerin yarısı
dökülmüş, yarısı da dalındaydı. Hepsi güneşin kendilerini bırakmalarından
dolayı biraz mahzun duruyordu sanki… Dış kapıyı açtığımda, önüme granit
taş ile döşenmiş bir yürüme yolu çıktı. Yürüme yolunun dışındaki yerlerse
yeşilimsi-sarı karışık çimenlerle kaplıydı. Açılan kapının yanında duran
begonyalar, onlar da farklı değildi. Yarısı solup yerlere dökülenler yanında,
üzerinde son gücüne kadar kalmaya niyetli savaşçı çiçeklerden ibaretti.
Kafamı sola doğru çevirdim ve hemen evin yanında duran ağacın
güzelliğini gördüm. O kadar asil ve güzel bir görüntüsü vardı ki güneş
ışığında kendi gölgesine herkesi alabilmek için dallarını büyütmüş
büyütmüş ve koca gövdeli bir dev halini almış gibiydi… Ve Herkesi
koruyabilecek güçte görüntüsü ile asil bir şekilde duruyordu. Ağacının
dallarının olduğu pencere hizasına baktığımda odamın orada olmasını
diledim o an. Çünkü ona baktıkça güçlü hissedebileceğim delice bir
düşünce gelmişti içime. Ona doğru yerlere dizilmiş granit taşlar üzerinde
yürüdüm…
Huzurluydum bu gücün yanında… Dalları aşağıya doğru sarkmış koca bir
söğüt ağacıydı. Hafif sararmış olan dalları tıpkı bir gelin duvağı gibi
yerlerde sürünüyordu. Asaleti, saflığı ve gücü öylece orada duruyordu.
O heyecan ile evden içeri girdim, annemin arkadaşı Hilda teyzeyi ve
annemin mutluluk dolu hararetli konuşmalarını duyuyordum. Sırf kabalık
olmasın diye Hilda’ nın yanına gittim ve merhaba dedim. Oda bana
özlemle sarıldı ve İstanbul’ da olduğumuz için çok mutlu olduğunu söyledi.
O bana bunları anlatıyordu, bende onun simsiyah uzun saçlarına, iri siyah
gözlerine, kalın ve bordo rujlu dudaklarına, beyaz tenine bakıyordum. Ne
zayıftı nede şişman, hemen hemen kırk, kırk beş yaşlarında olan Hilda,
evliydi ve iki çocuğu vardı oda bizim eve yakın bir sitede oturduğunu
söyledi ve annemin en yakın ve en eski arkadaşı olduğunu… (Bunu
binlerce kez duymuştum.) O anda boynunda asılı duran haç kolyeye
baktım. Ve ona baktığımı anlayınca annemle ikisinin onurlu bir Katolik
olduklarını söyledi. Bende o ne derse cevap olarak evet-hayır gibi kısa
kelimelerle cevapladım.
Nihayet beni unuttu ve bende evimizi incelemeye başladım. Alt kattaki
mutfak koca salona açılıyordu. Yeşil renkte olan mutfak dolapları hafif
eskimiş gibi gözükse de annem ısrarla o bu modellerin böyle olduğunu
söyledi babama. (Çünkü tam o anda babam, anneme mutfak dolaplarının
renginin biraz soluk olduğunu söylüyordu.) Boyası henüz yapılmış olan
salon beyaz saten boya ile boyanmıştı. Salonda yine bizim eski evimizde
olan beyaz koltuklar farklı şekilde yerleştirilmişti. Üçlü koltuk hemen camın
kenarına konmuştu ve karşısında ikili koltuk yerleştirilmişti. Her iki
koltuğunda kenarında kalan iki tekli koltuk ve ortasında ufak cam sehpa ile
yerleştirilmişti. Beyaz renkteki kısa perdelerimizin yeni olduğunu görünce
anlamıştım. Sade ve düz bir tül olarak camı tamamı ile kaplıyor ancak yere
kadar değmiyordu. Yerdeki beyaz pelüş halının da yeni olduğunu belliydi.
Ortada duran büyük cam sehpanın üzerinde cam bir kâse vardı içerisinde
rengarenk taşlar vardı. Yeni olan bir bunlar değildi, salonda duvara
mont-elenmiş, babamın heves ederek aldığı büyük boy plazma televizyonda
yerine asılmıştı. Ve mutfağın hemen yanında duvarla balkon kapısı
birleşiyordu. Duvarda asılı duran tablolar annemin çalışmalarıydı.
Ardından mutfağın hemen yanında duran balkon kapısını açtım ve yem
yeşil bir bahçeye açılan bu manzarayı görünce, bu güzel görüntü içime
huzur verdi.
Üst kat merdivenlerinden çıktım ve merdivenlerin çok fazla sağlam
olmadığını düşünsem de umursamadım. Çıkarken merdivenleri saydım
toplam on beş adımla yukarıda buldum kendimi. Merdivenlerin bitiminde
tam karşımda uzun bir koridor vardı ne çok dar nede çok geniş. Koridorun
tam ortasında sağ tarafta bir ayna ve önünde telefon ya da onun gibi bir
şey koyma için bir çıkıntı vardı. İlk olarak sağ ilk odanın kapısına gittim.
Oda arka ön tarafa bakıyordu ve içinde dağınık halde duran annemin ve
babamın eşyaları vardı. Odayı sevmemiştim. Ardından yanındaki odaya
girdim ve oda çok küçüktü hemen kapısını kapattım.Ve üçüncü odaya
gitmeden geri döndüm.
Kardeşim Roni’ nin sesini duydum, heyecanla
“odama bayıldım” çığlıkları atıyordu.Bende koridorun solundaki ilk oda
dan içeri girdim ve cama doğru yürümeme gerek bile yoktu aslında(O
güzel ağacın dallarının pencereme verdiği gölgeyi hissettim) ama yine de
pencere kenarına doğru yürüyüp o asil ağacı gördüm. İşte odam dayım…
Henüz eşyalar üst üste ve karışık. O anda Roni, odasında bana ait eşyalar
olduğunu söyledi ve almam gerektiğini. Yanına giderken odam da ona ait
olanları da ben ona götürdüm. Bu arada da banyonun hemen yanımdaki
kapı olduğunu keşfettim. Bu karmaşa bir saate yakın sürdü ve odamda ki
eşyalarımı dolabıma yerleştirmeye geldi sıra.
Pencerenin yanında boylu boyunca uzanan gar dolabıma kıyafetlerimi
yerleştirdim, başımı çevirip odama baktım. Ne tek kişilik nede çift kişilik
bir yatağım, hemen yanında duran komodinin, komodin üzerinde duran
okuma lambam. Onun yanında aynalı çekmecem ve onun yanında da
kitaplığım. Odamın hafif kasvetli bir havası vardı ama bana hoş geldi,
nedense. Seçmiş olduğum siyah renkli yatak örtülerimi buna sebep
olduğunu düşündüm ama şu anda bu oda da mutluyum. Her ne kadar eski
evimize dönmek istesem de.
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment